Wednesday, April 29, 2009
O renkler-yeniden
Ne var ki Galatasaraylı erkekler ilginç insanlar vesselam. Hayır, üşenmiyorlar.
Dün gece hiçbir şey olmamışken normal bir şekilde yatıp bu sabah sesimin tamamen gitmesine boğazımın ağrımasına rağmen işe gidip M.'nin beni ve Frankie'yi gördüğü korkulu rüyasının telaşını yatıştırıp kendimi "hastalanmamak için" eve attıktan sonra dinlenmeye, zencefil çayı içmeye, çorba içmeye çalıştığım şu saatlerde F.A.'dan ve Galatasaraylı arkadaşlarından gelen telefon ve beni benden alan soruları: GS'ın M.United ile oynadığı yıl Şampiyonlar Ligi'nde finaller lig usulü mü yoksa eleme usulü müydü? Biz iddaya girdik bulamadık sen bir baksana? Ha iyileştin mi bu arada kızım?
Peki ben bunu nereden bilebilirim? Neden ilgileneyim? Neden bileyim? Spor yazarı mıyım? Futbol ve FB seviyor olmam bu kadar gereksiz detayı bilmemi gerektirmez ki? Gerçekten fantastik insanlar bu GS'lı erkekler. Kimin aklına gelir bu konu? Hadi geldi, neden arayıp sorarsın, neden bunun iddasına girersin?
İşte bu yüzden ne kadar fantastik olduklarını bir kez daha gördüğümden, bir kez daha bu karikatürü koymak istedim. Bu sefer çıkartmamacasına.
P.S. hiç uğraşmadan yorulmadan bu bilgiye ulaşmak tek birisine açıp sormak istedim. sadece tek bir kişiye. acaba rakısının yanına elma dilimleyip mi göndersem?
Tuesday, April 28, 2009
Fantastik tanımlama
m.- geçeceksin. sonuçta allahın ezik ve sünepe bir kulu kendisi.
Monday, April 27, 2009
Balon etkisi
Yine bugün, later on, güzelce patlayan balon etkisinde aklıma eski bir şarkısının nakaratı geldi "senin aşkın balondu söndü". Tamam belki bir Kelepçe, bir Romiio değil ama Sen Yoluna Ben Yoluma tamamdır, bir yerlere gelmek için söylenir bu sözler.
seni çektiğim yıl geçen seneydi
bak herşey nasıl tersine döndü
senin aşkın balondu söndü
sonra da Kelepçe gelir
gönül su bende yazı yazılamaz
haklı sensin
sen öyle san
Sunday, April 26, 2009
Never on sunday: "kırmızı ruj"
Çok ama çok ince bir hadisedir dudaklardaki kırmızı ruj. Herkese, her ten rengine, her cilde, her kadına, her tarza, her yüz biçimine, her yüz ifadesine, her gülümsemeye, her dudak şekline olmaz, yakışmaz. Ve ilginç olan eğer bir kadında kırmızı ruj olmuyorsa olmuyordur, ısrarı hiç mi hiç olmamalıdır çünkü kırmızı rujun yarattığı etki ya ucuz ya da da asildir.
Eski "efsane" günlerime geri döndüğüm için kırmızı rujuma da geri döndüm. Londra seyahati boyunca hiç çıkarmadım, Soho'da, Sketch'de, The Golden Lion'da, yolda, otobüste j'étais rouge rouge.
p.s. nereden kırmızıya geldiğim ise cuma gecesi taa strasbourg'lardan doğum günü için gelen a.y.'nin sürpriz partisinde gördüğüm, gözüme takılan ve sanıyorum artık 40larına gelmiş bir müzisyen/oyuncu bir kadının kırmızı rujunu gördükten sonra cidden herkesin sürmemesi gerektiğine bir kez daha kanaat getirdim. kadın da kendisine yakışmayan kırmızı rujuna rağmen iyi bir kadın galiba, yetenekli mi veya nasıl bir müzik yapıyor, oyunculuğu nasıl bilmiyorum (ki ismini bile birini söyleyene kadar bilmiyordum:müfide inselel'miş. fakat hala kim bilmiyorum) ama kırmızı ruju bence bıraksın. chloe sevigny'de "olmuş" bir kırmızı ruj
carine roitfeld'in kızının yanında poz veren pek ünlü pek zengin socialite'nın olmamış kırmızı ruju
hiçbir şekilde olmamış bir kırmızı ruj (ve kılık kıyafet). kimi zaman beyaz olmak da yetmiyor kırmızı ruju taşımaya.
*
Essentiellement utilisé par les courtisanes, il est alors mal perçu par les sociétés aristocratiques et religieuses. Il faudra attendre plusieurs siècles pour le voir gagner ses titres de noblesse. Le rouge a levres participe donc à cette histoire de l'esthétique féminine, pigment destiné à embellir ou prononcer le contour des bouches. La couleur mythique de cet accessoire porte, à elle seule et au fil des époques, un symbolisme multiple et diversifié. Vermillon, carmin, grenade, son camaïeu de tons hypnotise et sublime les lèvres. La bouche devient une arme de séduction pour la femme.
*
P.S. : çok eski bir dostluk
sabah evden normal bir şekilde çıkıp oraya buraya uğrayıp her yerde birileri ile karşılaşıp bir kahve içeyim deyip eve uğrayamadan devam edilen geceye gündüz kıyafeti ile kalmak, gece, kurtuluş despina, sayısı- gerçekten- hatırlanmayan rakı kadehleri, çirkin ama karizmatik erkek b., rocker boy n., m., et apres iyis, sekvotka, ve yine roxy ve yine biz derken "canımsın" hadisesi, bomba dedikodu ama öyle böyle değil.
fantastik diyaloglar:
sekvotka - tamamdır bu iş. çok severim, güzel çocuk
anothertsar- hmm tamamdır bence de.
Kadim dostum onayını veriyorsa bence sorun yok. Of gerçekten kimi zaman insan beğenilerinde ne kadar gerzek ve salak olabiliyor. Bir de bunu sevdiklerine güzel göstermeye çalışıyor. Amann. Sıkıcı. Ama en azından biz değiliz. Hiç de olmayacağız o sıkıcı küçük hayatları yaşayanlardan.
Saturday, April 25, 2009
Gece: dönüş
"dönüş" bu akşamdır.
Yaşı biraz 80leri tutan herkes bir şekilde sever bu şarkıyı. Aşk, aldatma, pişmanlık cümleleri ile dolu geyik bir şarkıdır ama güzeldir. Hele "tonight the music seems so loud" ile başlayan yerinden itibaren ben pek severim, eğlenirim. O halde aşıklara çalayım bari...ahaha! Çok da romantik pek de romantik bir insanım ben yahu.
tonight the music seems so loud
I wish that we could lose the crowd
maybe it's better this way
we'd hurt each other
with the things we want to say.
we could have been so good together,
we could have made this last forever...
but now, who's gonna dance with me?
please stay.
Friday, April 24, 2009
Londra'dan geri dönmeyen ayaklarım
... soho, wong kei restaurant, golden lion'da maç keyfi * 2, golden lion'daki liverpool masası, "what's the score, love?" , kroenenbourg birası( alsace birası), portobello, jet (oltu) bilezik, 1888, duke of wellington, ejderha, scotch kaşmir, wholesfood, red spots over my face, the market porter, borough market, kaykaycılar, south bank, mid-season sale, benefit, fortnum&mason, sketch, ladurée, dear friend sarah, "what comes around goes around for SN", pret-a-manger, soul jazz records, kallavi ingiliz djleri ile lorez alexandria muhabbeti, sound of universe...
I love london I love london I love london....
Friday, April 17, 2009
"kalsın, kalsın bence de şapka kalsın!"
O kadar lafı edildiyse bence 9 buçuk hafta filminin müziği You Can Leave Your Hat On çalsın. Hatta burada olmayacağım 5 gece 6 gün boyunca çalsın. Uygundur bana.
You can leave the hat on baby!!!!
20 küsür yıl
Cuma eğlencesi: pre-london calling
Manken Coco Rocha (ki blogundan zekasının biraz kıt olduğunu anlıyoruz) ve Zac Posen. Zac Posen smokin ile kurtarmış çünkü o üzerindeki halı gibi pelerinimsi ceketi başka hiçbir şey kurtaramaz. Yanındaki Coco'nın kıyafeti de görgüsüz zengin evinin salonuna özel olarak dikilen halının salona büyük gelmesiyle yandaki müştemilata verilsin diye kesilmiş bir parçası gibi duruyor. O derece kabus! Allah akıl fikir versin yemin ediyorum, bu kadar paraya bu kadar zevksizlik ancak böyle olur.
Hana Soukupova. Galiba saçlarını kızıl yapmış. Kötü olmamış aslında ama bence kendisi sarışın olması gereken insanlardan. Elbisesi güzel de o eteğin altından çıkan jüpon gibi şey nedir pardon? Eskiden bazenf formanın altına tayt giyerdik resmen öyle olmuş. Ayakkabıları da normal güzel bir şey. Rengi güzel yani farklı yoksa bildiğin stiletto, Steve Madden de yapıyor Jimmy Choo da yapıyor kimse anlamaz farkını.
İşte yaşlanınca böyle olmak istiyorum ve bitiriyorum. Dore renkli şantuk takım giyeceğim saçlarım da gri-mor gibi bir renk olacak. Şahane.
Ho ho ho! London Calling!
Wednesday, April 15, 2009
P.S.
* * şirin şirin sever, şirin şirin gezerim
hiç aklımda yoktu ama bu intelligence limitée insanının mısır maceraları beni benden aldı, güldürmekten gerginliğimi yıktı geçti.
şirin sever'e sevgim, itibarım malum. bugünkü üstün zeka tohumları içeren yazısı ile her şey daha da bir arttı yüreğimde kendisine karşı. h&m 'den aldığı poşusunu takmış piramitlerin önünde pozunu vermiş bebeğim şirin sever artık çok sıkılmış birbirine benzeyen avrupa ülkelerinden ve kendisini "tarihin beşiği doğu medeniyetine vermiş".
vermiş de oradaki medeniyetsizlikten şikayetçiymiş. yollar kötü, insanlar kazıkçıymış, hiçbir şey telkin edici veya güven verici değilmiş. hayal kırıklığı yaşıyormuş kendisi. hele hele kolundaki arapça dövmesi kendisini yapışkan satıcıların nezdinde daha da çekici kılmış.
şirinciğim senin de işin zor bu dünyada. herkes senin peşinde ama sen neyin peşindesin bilemiyoruz ki. ancak şunu anladık ki bu evren hatta kainat sana dar.
yani bak görüyorsun avrupa'dan sıkılmışsın (aslında nerelere gittiğini bir bilsem daha çok yorum yapacağım ama en son dublin seyahatini okumuş çok etkilenmiştim. keşke sen de benim yorumlarımı okuyabilseydin ama bu konuda çalışmalarım var; casuslarımı göndermeyi düşünüyorum ofisine), doğuya gidip -muhtelemen- ışık doğudan yükselir hissi ile kendini bulmak medeniyetin beşiğini algılamak istemişsin ama sonuç oralarda da hüsran olmuş.
kudüs, mısır, piramitler seni hiç açmamış, baharat ve insan kokusu seni germiş hatta irrite etmiş. e hal böyle olunca geriye macera dolu amerika, muhtemelen senin beğendiğin russel crowe (hmm düşününce o güçlü ve korucu gladyatör kaba saba erkek beğenin eskimiştir tahminimce. yeni favorin hugh jackman'dır. doğru mu bebişim?) ve nicole kidman'nın vatanı gereksiz kıta avusturalya, antartika ve tabii afrika kalıyor. buralarda da çok mutlu olmazsın diye tahmin ediyorum. neden mi? çünkü bebişim sen dediğim gibi kainata sığmıyorsun, fazla geliyorsun bize. o yüzden ben derim ki sen olduğun yerde kal, fazla seyahat etme (biliyorum kendi paran etmiyorsun haliyle başkasının parasını harcamak ayrı zevkli), yorulma, sonradan göç ettiğin istanbul'un rezidansiyel konutlarında ve 7 metrekarelik ofisinde hayatını yaşamaya devam et. sen de mutlu ol, biz de olalım. ha bir de bizi daha fazla boğma zeka geriliği taşıyan yazılarınla. yorulduk. hadi sen bir aşağıya in sigara iç, hatta yandaki kafe bozması pastaneden kepekli bir tost söyle kendine- dün gece nespresso'nun yanında yediğin macaronların öğütülmesi, kaloriye dönüşmemesi lazım unutma!
Tuesday, April 14, 2009
Ufak bir not
nice to hear from you
yeh I'll be in london then
I play a small bar called life
it at 2 - 4 old street
in the basement of a japanese restaurant
I'' be there on the 22nd
Yüzüme tebessümü yapıştıran nottur. Bittiğim andır. Seviyorum kendisini. 22si akşamı "pleased to meet you, hope you guess my name" diyeceğim. Small bar'a giderken ne giysem acaba? Kesin açarım açabildiklerimi. Acaba gitmeden saçlarımı kestirsem mi?
Bir yazı ve ettikleri
One fine day
Artık cidden bahar gelsin. Hem şehre, hem ruhlara, hem beyinlere, hem yaşamlara...Ben üşümekten, her an yağmur yağacakmış gibi giyinmekten çok sıkıldım. Hele hele ruhumun böyle hissetmesinden iyice sıkıldım. Elimde kahve böyle sakince oturmak tiril tiril giyinip çıkmak istiyorum (ama insanlardan ayrıca sıkıldım, orası ayrı). Artık bahar gelsin.
John Coltrane ve Greensleeves
Monday, April 13, 2009
İç sıkıntısı
Herkes -doğru veya yanlış- istediğini düşünür, kimse kimseyi beğenmek zorunda değil (ayrıca bu davada ben sorgulanması gereken çok insanın olduğunu düşünüyorum, can dündar, mustafa, google karşıtı ulusalcı ise hiç değilim) ama sorgunun, soruşturmanın bir yolu yordamı, hukuka uygun şekli vardır. Sabahın köründe onlarca polis eşliğinde ev basmalar, her şeyi alıp götürmeler, hatıra defterlerini dahi unutmamalar filan bravo! Yüce bir yolda yüce hareketler bunlar.
Cidden içim daraldı. Midem ise zaten bulanıyor. Saatlerdir.
Aynı saatlerde yapılabilecekler
Ama ne yaptık? "Aaa olmaz, mutlaka seyretmem lazım çok heyecanlıyım çok coşkuluyum" düşünceleri içerisinde maçı seyrettik. Sıkıldık. Patladık. Zerre de zevk almadık. Hele bugün, dün o maçta oynayanların hepsinin katıksız birer gerizekalı olduğuna iyice kanaat getirdim. Ya da hepsi top ama hepsini toplasan bir tane adam gibi top etmez, disko topu bile etmez; o kadar kötüler.
Ah 50 Dead Men Walking, keşke saat 7'de buluşsaydık da seyretseydik seni. hatta festivalde aldığımız biletler yanmasaydı.-bir kez olsun yanmasa ya şu biletler, bir kez olsun.
P.S. evet volkan bir beyinsiz. ayrıca yalancı.
Sunday, April 12, 2009
0-0 ne ya?
Evet yine kavga, yine küfür ki bence insanlar eğer bu maçlarda küfür etmeyeceklerse öyle yerlere gelmesinler (cidden erkekler acayip yerlerde acayip şeylerden kavga çıkartabiliyorlar).
Ne kadar sıkıcı bir maç, ne kadar gerzek oyuncular, ne kadar kötü hakem yönetimi derken evet emre kesinlikle o beyinsiz sabri'ye girişmeli hatta soyunma odasını basmalıydı. Off hepsi kötü. Her iki takım da her iki takımın oyuncuları da, antrenörleri de, her şekilde kötüler. O kadar paraya, o kadar ruha, o kadar taraftara rağmen kötüler.
Fener'in Galatasaray'ı yenmediği bir derby derby değildir, "no totti no party" benim için (gebersin pislikler bu arada).
Saturday, April 11, 2009
Bir cuma akşamı
*gecenin cümlesi:
- hanım kızım, anladım siz fenerlisiniz ama hagi'yi seyrettiniz değil mi galatasaray'da? büyük topçuydu.
P.S. cumartesi hadisesi ile giyinip çıkmam lazım ama lazio-roma maçını açınca galiba uzun sürecek çıkmam. ama gerçekten de statın " frankie garage" ilanları önünde koşturan bir francesco totti'yi nasıl seyretmem ki? ah bir de olay filan yaratsa bir hareket yapsa, tamamdır. ama ben frankie-francesco diye diye yüreğimi serinletirim.
Friday, April 10, 2009
Sabah masası
Bence biz kahvaltıya gidelim. Geceden uzak, yazın tiril tiril günlerinin erken saatlerinde. Tamam, à la française geleceğim; basit bir elbise, altına repetto, saçıma da bant takarım "audrey à la française" olur böylece. Daha dingin, daha kool ve de daha besleyici olur. Geceye nazaran. Belli ki gece zorlayıcı oluyor.
Thursday, April 9, 2009
Yaz ve tiril tiril
"-im"
Çok acayip işler bu yeni kuşak iletişim işleri, ilişkileri.
Hareketli uyku hali
Wednesday, April 8, 2009
Varoş ailesine yeni üye
W.A.G Coleen haberi öğrendikten sonra alışverişe gitmiş, aldıklarını annesi ve kardeşine taşıttırmış ama elinden gazlı içecekleri bırakmamış. Bravo, şimdiden müthiş bilinçli bir hamilelik beslenme alışkanlığı görülüyor kendisinde.
Sabah mottosu: "the time is now"
The Time Is Now [Live] - Moloko
Bence artık zamanı geldi. Evet evet geldi çünkü ben sıkılmaya başladım. Roisin büyüksün! O sözler nedir öyle? Eski meski ama bazı şeyler iyi ise demek ki daimi kalıyor. Uzun uzun yazmaya gerek yok; Roisin anlatmış bile.
you're my last breathe
you're a breathe of fresh air to me
hi, I'm empty so tell me you care for me
you're the first thing and the last thing on my mind
in your arms I feel sunshine
on a promise a day dream yet to come
time is upon us oh
but the night is young
flowers blossom in the winter time in your arms
I feel sunshine
give up yourself unto the moment the time is now
give up yourself unto the moment let's make this moment last
you may find yourself out on a limb for me could you expect it as a part of your destiny
I give all I have but it's not enough and my patience is shot so I'm calling your bluff
give up yourself unto the moment the time is now
give up yourself unto the moment
let's make this moment ...
last and we gave it time all eyes are on the clock
but time takes too much time
please make the waiting stop and the atmosphere is charged.
in you I trust. and i feel no fear as I tempted by fear
and I won't hesitate
the time is now and I can't wait
I've been empty too long
the time is now the tender night has gone
and the time has gone let's make this moment last
and the night is young the time is now.
let's make this moment last
Tuesday, April 7, 2009
Oyunun gücü
Monday, April 6, 2009
gece gece
Kimi insanlar karşısındakileri delirtirler. Sevimlidirler ama delirtirler adamı. Bugün Forever S.'den "nasıl delirtirdin beni, nasıl dayaklıktın" laflarına beraber güldükten sonra insanı gece gece delirten bir başkasına geçilsin. Az önce ben delirdim, gönderdiğim kişiyi de delirttim muhtemelen çok başkası delirmeyecek ama bizbize tamamdır.
hastayız sana totti de oraya ne sokuyorsun öyle?
Cemiyet
Sunday, April 5, 2009
songs n' motto # 6
I kissed your lips and broke your heart.
you, you were acting like it was the end of the world.
until the end of the world, u2
Saturday, April 4, 2009
Kim sevmez ki
Kim sevmez ki Back To The Future filmini? Bugün seyredilmez belki ama 80lerin video (beta/vhs) günlerinin en çok izlenen, talep edilen, sevilen filmlerindendir.
Michael J. Fox bugün parkinson hastalığından muzdarip. Geçenlerde Oprah'da şöyle demiş: I can skate better than I can walk, it's funny,' said Canadian-born Fox as he comfortably hit slap shots and skated backwards on the New York City rink
Nasıl da kıskanıyorum kaykay yapan insanları. Bir stencili yapılan kadınları bir de kaykaycıları. Sokak çocuğu muyum neyim? demi audrey hepburn ve demi italyan mafyası galiba doğru tanım oluyor.