Günümüz modern zamanlarının belki de en önemli iletişim biçimi "like etmek". Tanıyıp tanımamak fark etmiyor önemli olan like etmek, iletişimde kalmak, ilgilendiğini göstermek. Özellikle de tanıdıklar, arkadaşlar, iletişim halinde olunanlar için like etmek ama aslında like edilmek çok daha önemli. Herkesin beğendiği veya onlaca "like" ibaresinin görüldüğü yerde asıl gelmesi gereken isimlerden gelmeyince bozulmalar, tepkiler, benzer şekilde "zor beğenen" karşılık vermeler yaşanıyor. İşte o zaman işler iyice komikleşiyor, garipleşiyor, yabancılaşıyor, uzaklaşıyor.
Bu like meselesindeki bir başka ilginç durum ise ilişkilerin ilerlemesini çok kolaylaştırması. Elbette her türlü şarkıcı türkücü Hollywood yıldızı ile iletişime geçmeyi kafadan atlayıp (hatta kendini onlardan biri, onların arkadaşı hatta hayatları hakkında ahkam kesme lüksüne sahip olma sanrısının) kişinin kendi sosyal ilişkileri için de iletişimi epeyce kolaylaştırmasına geliyorum. Konuşmaya gerek yok, arayıp bir şey söylemeye gerek yok, nasıl olsa "like" ediyorsun yani iletişimdesin yani bir şekilde aranızdaki ilişki yürüyor, bir şekilde karşındaki ile ilgileniyorsun ve hatta ilgini ve alakanı ondan gelenleri "like ederek" gösteriyorsun. Başka bir şeye gerek var mı? Bu kadar basit. Bu kadar şahane.
Like üzerinden en güzel ilişkiyi yaşamayı öğreniyor insan. Konuşmaya dahi gerek duymadan. " e like ettim ya" neden arayayım?
P.S. Resimler altındaki "çok güzeliz", "çok şahaneyiz", "benim güzel evim", "benim müthiş yemeğim", "benim harika çocuğum", "benim topmodel karım/kocam", "benim ultrasonik kahve makinem", "benim uzay mekigi arabam", "benim über mercekli fotoğraf makinem", "benim antik kitap koleksiyonum" vb spastik tanımlamalara yazacak fazla bir şey yok. Her şey gayet ortada işte. Tam anlamıyla ebediyen, sonsuzca kadar "unlike" bir durum...
Değişik ve garip bir yoğunlukta geçen haftanın never on sunday'i; Beylikdüzü gibi benim için fazlasıyla acayip ve fasntastik bir yere taşındığından beri yani yıllar sonra ilk kez gittiğim kitap fuarı, F.A.'nın sürekli "kızım gelmiyor musun, bekliyorum ama" ısrarlarına konforlu bir seyahat desteği ile kanıp gidip dönüş yolunda ruhumu teslim etmem derken, vakıf makıf derken, ödül töreni möreni derken, kırmızı balenciaga derken, eski düşmanlar, fantastik karşılaşmalar derken, eski güzel halinden eser kalmayan Otto derken, radyo günleri derken, her geçen gün daha da fantastikleşen radyo günleri derken, İ.K. & Rey gecesi derken, sakin ama eski Pan Café günlerinin kahramanları ile bol konuşmalı, bol dedikodulu, geçen şahane cumartesi akşamüstüsü derken sabahında gelen never on sunday günü, pazarı, keyfi...
P.S. Korkunç çirkinlikteki Supreme terlikleri elbette kendime değil ama sırf çakallığına #8'e alırdım. Hediye olduğu ve giymemenin ayıp olacağını düşündüğü için de aynen resimdeki gibi bir güzel giyerdi. Ama olurdu da, yakışırdı yani.
P.S. (2) Evet, kaçırmalar olmadı değil ama haftada *3 gün...Tamamdır.
P.S. (3) Hala garip geliyor insanların bazı davranış biçimleri, hareketleri.
P.S. (4) Saçmalıklar serisi devam ediyor anlı şanlı ülkede...Amerika'yı müslümanların keşfetmesi filan derken??? Ciddi miyiz? Ya yazık, düşülen bu duruma üzülüyorum aslında ama Fuket ile dediğimiz gibi "anında yırtarım, yakarım, umrumda dahi olmaz". Peki, şunu gerçekten merak ediyorum, en güzel ve yaygın örneklerinden Sabah gazetesi filan gibi bu tarz bilgi ve kültür ötesi lafların hemen ardından destekleyici ama gerçekte varolan olmayan olayların başlıklarını manşete yapıştıran gazeteler, haber siteleri vs kimler tarafından nasıl bir duygu, nasil bir bilinç, nasıl bir eğitim seviyesi ile hazırlanıyor?
Çok doğru değil mi? Birinin ipod'una, hazırladığı müzik listelerine bakmak onun karakteri hakkında çok şey söylemiyor mu bize? Geçenlerde seyrettim Begin Again'i. İçinde müziğin, müzik tutkusunun bu kadar yoğun olduğu ve bu duygunun yansıtılabildiği ender filmlerden. Acıklı veya sıkıcı romantik komediye kaçan bir film ise hiç değil. Hem de hiç benlik olmayan şekilde İsveçli'nin tavsiye ettiği sitelerden birinde seyrettim, kendime de inanamadım böyle bir şey yaptığıma.
Eğlenceli, New York temalı, müzik dolu, yaz dolu, yaptığına inanç tutku dolu...Tamamdır o halde, yeter de artar bile. Gayet güzel olmuş işte. 2013 tarihliymiş. Hala sonbaharı, soğuğunu, yağmurunu, tam hissettirmeyen (iyi ki hissettirmeyen) bir cuma gününe denk düşenbu kasım gününün erken saatlerde hissettirdiği keyfin en iyi anlatıldığı kare budur belki de...
Müzik olsun, kitap olsun, yemek olsun, kahve olsun, içki olsun, tiril tiril ruh hali olsun yani keyif olsun kafi...
P.S. "Yanlış anlamlar yüklenen yazıların anlamlarını değiştirme enstitüsü" gibi bir yer oldu blog. Şaşırılacak bir şey değil; daha önce de defalarca oldu burada yazılanları kendisi veya kendi çevresindekiler hakkında olduğunu sanmalar, sanrılar filan. Durum zaten öyle olmadığı gibi gayet sıkıcı bir durum bu insanoğlunun bütün dünyayı kendi etrafında dönen sıradan bir gezegen gibi görmesi. Elbette bütün bu sıkıcı egosentrik öğelerden ayrı olarak Sekvotka'nın telefondaki hafif telaşlı hali çok şahane, bir o kadar kadim dostluğunu yansıtır vaziyetteydi...Okuduğunda doğal olarak telaşlanıp aramış ama bebeğim, yanlış anlamış. Olsun! No worries! Bu coğrafyanın getirdiği her türlü manasızlığa rağmen her şey gayet yolunda, bizim cephede de rahatsızlık edici bir değişiklik yok. Ha, gündeliğin ruhlarında, paylaşımlarında ilişkilerinde var ama oralarda her daim kaynayan, kıpırdayan şeyler var, Dorian Gray'in yadsınamaz etkisi her daim mevcut. Ama that's life. Üzülecek, hayıflanacak bir durum yok. whatever. Benim kaale aldığım ise önceki gün telefondaki Sekvotka. Sekvotka'lığını gösteren bir Sekvotka. Gerisi ile ilgilenmiyorum; üzerine alınacak alınsın. Zaten yıllardır böyle gelmiş böyle gidiyor.
"Üzülmedim" desem yalan olur. Yok, hayır, şaşırmadım ama üzüldüm. Şaşırılacak bir şey değildi belki de. Ya da tam tersi. Üzülünecek değil de şaşılacak bir durumdu. Hangisi doğru ben tam bilemedim ama neyi isteyip, neyi istemeyecek kadar kendimi biliyorum. Ve biliyorum ki kafamdaki uzun "istemediklerim" listesinde yer alan tarzdakine benzer şeyler bunlar.
Belki de Fuket yorumunda haklıydı. Belki de aramızdaki, Dorian Gray'ın Portresi vari bir durumdu ve haliyle sonunda olduğu gibi gerçeğin sevimsiz yüzü ile aynada karşılaşmak iyi gelmedi. Belki de belli bir yaştan sonra kurgulananların fiyasko olma ihtimalinin yüksekliği günün (günlerin) sonunda bizi de vurdu. Belki de bizim şarkı, bizim film, bizim muhit, bizim şehir, bizim kafe de aslında bizi değil, Dorian Gray ve Lord Henry tadındaki kurguyu ağırlıyordu.
"Üzülmedim" demek isterdim ama yalan olur. Gel gör ki yapacak, hayıflanacak, ağlanacak bir durum da yok ortada. Bundan ancak kişinin kendisine çıkarttığı ders ile eksiklerini olabildiği ölçüde yaşanabilir kılma hal çıkar. Eh, bu da yeterince iyi zaten.
Hani bazıları böğürerek "beraber yürüdük biz bu yollarda" diyor ya. İşte bizim şarkımız bu kadar uzun vadeli, kalıcı filan değil aksine yaz boyunca plajlarda 5 milyon kere çalınıp yaz bittiğinde çoktan tüketilmiş pop şarkısı tınısındaymış.
Olur, olur, her şey olur bu hayatta. Şaşırmamak, hayalkırıklığına uğramamak lazım. that's life deyip, gelip geçmek lazım. Hayat devam ediyor neticede.
Neredeyse yıl bitecekken, neredeyse bu yıl henüz hiç "gece" başlıklı yazı yazılmamışken, neredeyse yaşanmış onlarcasına imzasını atan belki de en güzel, en keyifli gecelerden biri oldu cumartesi gecesi.
Vatana, yurda dönüşüyle inanılmaz mutlu eden (ama yine gittiğinde gidişiyle onun adına bir o kadar mutlu edecek olan) Fuket, Fuket ve Furi ve #8 ve Levazım ve güzel ev ve nihayetinde evde cumartesi akşamı buluşması, yemeği, buğulama sevmeyen biri olarak Furi 'nin müthiş lezzetli buğulaması, nihayet balık çatal bıçağı olan bir evin sofrasında balık yemenin keyfi, Fuketciğim'in beni düşünerek ince ince özel tariflerle hazırladıkları, Tekirdağ Altın'nın ne kadar şahane bir rakı olduğunun gecikmiş keşfi, ben hariç herkesin yaşamış olduğu muhtelif Tayland maceraları, Haberci dedikoduları, aile dedikoduları, komşuluk maceralarının anlatımı, delirten, güldüren "yaren"lik mevkii, içilen içkiler, viskiler derken "neeaa? saat 4 mü olmuş?" ile sisli İstanbul gecesinden eve dönüş ...
P.S. Evde pişen balığı kesinlikle erkekler yapmalı. Bir şekilde balık pişirmede çok başarılılar.
P.S. (2) Ya çok sıkıcı veya çok ciddi yahut çok olumsuz karanlık bir gece olsaydı? İnsanların tek olarak, birey olarak iyi olması birlikte, başkalarıyla beraber iyi, keyifli, uyumlu olacakları anlamına gelmiyor. Birini sevmek de yine aynı şekilde onunla beraber geçirilen zamanı sevmek olmuyor her zaman. Çoğunlukla insanlar "mış gibi" yaparak zaman geçirdiği veya zamanını "idare ettiği", "idare eder" insanlarla geçirdiği için bu 2li, 4lü, 6lı buluşmaların üzerine kaçınılmaz bir sıkıntı duygusu kaplanıyor. İnsanoğlunun "inanmak istediğine inanma arzusu" ile bu durum görülmez ve gösterilmez oluyor olsa da kaçınılmaz uyumsuzluk neticesiyle gelen sıkıcılık, keyifsizlik, vakit kaybı ilişkilerdeki, arkadaşlık paylaşımlarındaki büyük sorunların en önemlileri. Ama öyle olmadı cumartesi gecesi. Büyük şans. Büyük keyif. Büyük kazanım.
P.S. (3) " Hırvatistan 80lerin Kumburgaz'ı gibi" cümlesi herhalde daha uzunca bir süre bizi terk etmeyecek. İşin daha da boktanı aslı hiçbir şekilde benden çıkmamış olan bu cümle, asıl kahramanları biz tatil programlarını etkiliyor. Dilimi tutmayı öğrenmem gerektiği gibi, bilmediğim bir konu hakkında başkalarından öğrendiğim gözlemleri, yorumları da öylesine dillendirmemeyi öğrenmeliyim. Ya da belki kimin yorumunun kaale alınacak, kiminkinin ise ilgilenilmeyecek olduğunu ayırt etmeliyim. Haliyle daha kolaylaşabilir işim.
P.S. (4) "Katran, tüy" de bir nevi "Lahey" tadında bir ifade benim için. İnandığım, daha uzun yolu olan ama gerçekleşeceğine inandığım bir ifade. Belli bir mevkiide, belli bir midesizlikte, belli bir çirkinlikte, belli bir yandaşlıkta olanlar için. Yalan değil, o katran tüy zamanı bir şekilde bir gün gelecek...
P.S. (5) Evet, saat kaç deyip de saatin 03.44 olduğunu görmek dördümüz için de bir anda afallatıcı olduğu kadar fantastikti. Hiç kimse o kadar oturulacağını, konuşulacağını, yenileceğini düşünmüyordu. Ama oldu işte! Ve hiçbirimiz pişman değiliz.
"Troy: You see, Lainie, this is all we need. . .couple of
smokes, a cup of coffee... and a little bit of conversation. You and
me and five bucks.". Reality bites.