Monday, January 30, 2012

Dream on # 3

nihayet fantastik rüyalara geri dönüş, robert downey jr., uzuv, siyah giyenler ve beyaz giyenlerin dünyası ve tabii robert downey jr...

Sunday, January 29, 2012

Korkunç bir insanın hastalık üzerinden sevimlileştirilmesi: The Iron Lady

Geçen haftaki köşesinde Ertuğrul Özkök, Margaret Thatcher 'in kendisini en çok etkileyen siyasetçi olduğunu yazdı. Dört yıllık temel bilim eğitimi olarak sosyoloji okumadan, Mülkiye'nin Basın Yayın Yüksekokulu'dan mezun olup iletişim doktorası üzerinden kendisinin sürekli "sosyolog" olduğunu sürekli dile getiren biri olarak, söz konusu kendisi yani Ertuğrul Özkök yani kişiliği, haysiyeti, şahsiyeti, bilgi düzeyi belli (!) olan biri olsa dahi, yine de Margaret Thatcher gibi korkunç bir insandan bu denli etkilenmesi şaşırtıcı. Doğru, bahsi geçenin Ertuğrul Özkök olduğu gerçeği inkar edilemese de yine de toplum bilimi, insan bilimi yani beşeri bilimlerle bir nebze olsun haşır neşir olmuş birinden daha insancıl bir algı bekliyor.

Margaret Thatcher 'in gözle görülür derecede olmasa da- en azından 20. yüzyılda- keskin sınıf ayrımlarının yaşandığı İngiltere'de yüzyıllardır süregelen geleneksel ve özellikle de kadınlara kapalı politik dünyasında bir kadın olarak geldiği mevkii, sahip olduğu güç tartışılmaz şekilde önemli olsa da, Margaret Thatcher'nin etrafında çoğunlukla erkekleri istemesi, kadınların önünü açmak için hiçbir çaba sarfetmemesi de aynı şekilde onun gücünün oluşmasında etkilidir. Erkekler üzerinden kadınları neredeyse dışlayarak kurduğu dünyası belki de demir zırhlı karakterinin göstergesidir. Erkeklerin bugün dahi iş hayatında kadına karşı bakışının yer yer aşağılayıcı ve seksist olduğu düşünülürse 20. yüzyılın ilk yarısında zaten sadece erkeklere açık toplumsal alanlarda kadınlara karşı tavırları tahmin edilebilir. Ha böyle olunca Margaret Thatcher'nin sarsılmaz konumu elbette dikkat çekici.

Ne var ki bir kadının hayatında, yakın kız arkadaşlarının olmaması büyük kayıptır. Kadınlar birbirleri ile anlaşmakta zorlanabilirler, özellikle de iş hayatında karşısıan çıkanlar en büyük adiliği yapanlardan olabilirler. Ancak yine de ne olursa olsun fazla değil, birkaç iyi kız arkadaş hayatta çok şey değiştirir. Bazı kadın tipleri var; "ben erkekleri severim, onlarla anlaşırım kız arkadaşım hiç yoktur " gibi sözlerle konuşan. Açıkcası böyle söylemlerle varoluşlarını çizen şekillendiren kadınların hayatlarının bir yönünün hep eksik, hep"erkeğe odaklı flörtif hareketlerle süslü farklı bir ilişki geliştirme çabası içerisinde" ve en önemlisi hep "kendine güvensiz" olduğu gerçeği de yadsınabilecek gibi değildir. Doğru, kızlar kendi aralarında her zaman iyi anlaşamaz, birbirleri ile kavga edebilirler, en iyi dost bildiği kimi zaman öyle kötü lafı öyle büyük bir fütursuzluk içerisinde söyler ki içindeki dostluk o anda biter ama mutlaka bir başkası yine bir kız arkadaş önünü açar, hayatındaki önemli anlarda yardımını esirgemez, kötü gününde göstermelik değil sadece içinden geldiği için yanında olur. Eğer Margaret Thatcher 'ın çocukluğundan beri tanıdığı yakın kız arkadaşları olsaydı, eğer kendisi de, kendisi hariç diğer kadınları küçümseyici erkeksi tavırları sergilemeseydi bambaşka ve belki de bu sefer gerçekten hayranlık uyandırıcı bir politikacı, lider olabilirdi.

Oysa bugün kendisi, The Iron Lady filminde bunamış, düşkün durumdaki yaşlı kadın görüntüsü altında sevimlileştirme çabalarına rağmen, yatacak yeri olmayan politikacılardandır. Yüzlerce madencinin ölümünden, ailelerinin dağılmasından, binlerce ingiliz işçisinin fakirliğinden, yaşam şartlarının en alt seviyeye inmesinden ve zenginlerin her zaman daha da zenginleşmesinden sorumlu, hala ingiliz sömürgeciliğine inanan insan, kadın sevmeyen kadındır. Gerçekten de Ertuğrul Özkök'ün tam da hayranlık besleyeceği türde biri, Margaret Thatcher.
Aynı zamanda Kuzey İngiltere'deki maden ocakları işçilerinin 1984-1985 tarihleri arasındaki grevinde yaşananlar, madenci ailelerinin neredeyse açlıktan kırılması, ağır fiziksel şiddete maruz kalmaları veya Kuzey İrlanda meselesini yine sömürgeci kralcı anlayışı ile çözmeye çalıştığından irlandalıları cezalandırma yoluna gidip 1981'deki Bobby Sands 'in de ölümüyle sonuçlanan açlık grevlerinde geri adım atmayan ya da 1982'deki Falkland Adaları çıkartmasında yüzlerce insanın ölümünün altına imza atan bir politikacıdır. Demir Leydi 'nin bir de silah ticareti yapan oğlu vardır, Mark Thatcher. Filmde nedense hep uzaklarda gözüküyor ama Mark Thatcher de en az annesi kadar utanç verici başka bir hikaye. Annesinin başta olduğu zamanlarda diktatörlükle yönetilen Afrika ülkelerinde silah ticareti yapmış bundan kişisel hesabını doldurdukça doldurmuş ve sonrasında Güney Afrika'da tutuklanıp hapse atılmış filan. Bu arada Margaret'in Güney Afrika'daki apartheid yanlısı olduğunu geçiyorum artık. Gerçekten de hayranlık duyulacak, saygı ile hatırlanacak bir insan Margaret Thatcher. Ertuğrul Özkök haksız değil tabii. Congrats Ertuğrul.

Unutmadan, o sevimli Billy Elliot filmi meşhur madenci grevlerinden, Hunger , Some Mother's Son ise Kuzey İrlanda açlık grevlerinden en önemlisi Bobby Sands 'ten bahseder. Bobby Sands'in kendi güncesi vardır ki okurken insanın içi kalkar. Hepsini Margaret Thatcher 'a borçluyuz. Ha, Margaret'in kendisi kadar korkunç politikalara imza atmış meslekdaşı var ki o da alzheimer olarak öldü; Ronald Reagan. Reagan'ı da seviyor mu acaba medya dünyasının yüce ismi Ertuğrul Özkök diye düşünmeden edemiyorum.

Never on sunday # 2

karlı soğuk ama güzel bir soğukluktaki cumartesi gece, tünel, leopard lover g.'da "sushi, sashimi & moet" daveti, gecesi, eğlencesi, rosé imperial'in bambaşka güzelliği, pek gülünen, pek eğlenilen, pek " iyi dilekli", pek yorumlu gece, "bu evde ayrılık acısı var" , kısa film, tivoli, kuzular, borsalino şapka(m), evin güzelliği, "2 olmuş ben gideyim", baba radyo bombası; pazar güneşi, beklenmedik sıcaklıktaki pazar, popcorn&movie ve iron lady, ve g.g., ve yeniden başlayan kar yağışı soğuyan hava ve never on sunday ...




Saturday, January 28, 2012

gece (çıkmadan önce) # 2

aslında guilty pleasure müziği bu. hani bazen sevdiği söylenilmeye neredeyse utanılan şarkılardan. olsun, yine de güzel. tamam; biliyoruz ki o devasa dudaklar o burun yapılı, biliyoruz ki gerçek ismi ile müzik kariyeri bir şekilde ilerleyemedi ama genç işte. '85 sonrası doğanların katıksız zeka özürlü olduğu gerçeği ile yaşayanlardan olduğumuzdan yapacak bir şey yok. kalın ve tok sesini bayağı beğeniyorum, müziği aranjmanları da güzel, acıklı ve "arıza kız" sözlerini gençliğine veriyorum, haliyle gülümsüyorum. bu yüzden gece çıkmadan önce, giyinmeden önce, kara kışa aldırmadan süslenmeden önce, "sushi şampanya düşünüyorum, tabii moet seni bozmazsa" davetine geç kalmadan önce...boğazımdaki yumru dursa bile. that's life.

...let's go get high, we were born to die... lana del rey ...


Kış


winter is coming'den daha gerçekçi vaziyette kış geldi, soğuk geldi, kar geldi, beyaz rüyalar geldi, grip salgını geldi ve garip şekilde her şeye rağmen kar huzuru da geldi. hala boğazımda yutkunmamı engelleyen, düşündükçe gözyaşlarımı biriktiren durum devam etse de kabullendim gerçeği ve artık sorun yok. aslında bu boğazımı düğümleyen birçok şeyin dışında kalan devam eden dünyada sorun yok; gözükse de öyle algılanmak, etiketlenmek istense de yok. yani "çemberin ya dışındasındır ya da içindesindir keskinliği" değil. basit bir şey hayat. sonunda da ölüp gidiyorsun işte, o kadar keskinlik, o kadar klişe, o kadar hırçınlık, o kadar çabalama, o kadar kalp kırma neye yarıyor ki, bitiyor işte. bugün aslında dün, yarın aslında bugün. bir de güzel maç seyretsek, bir de seyrettiklerimiz değse...

Tuesday, January 24, 2012

Kışın güneşi

Kışın güneşi olur mu denilse de oluyor. Hava soğuk, akşamları çok erken çöküyor insanın yüreğini daraltıyor. Ama işte böyle anlarda yükselen kış güneşi bir anda mucizevi etki yaratıyor.
Biliyorum ki bu kış başka; ne acayip şekilde yaşanan geçen kış ile aynı, ne de başka bir dönem ile. Güneş yüksek bu yıl. Mucizevi etkisi de kim bilir olağandan da yüksek. Tüm bunlar içerisinde boğazıma takılan tek bir şey var, biliyorum. Bitecekmiş; çok uzun sürmeyecekmiş. Öyle dediler. Zaten gördüm de. Ne kadar beyazmış... Geceliğinin altından bütün o tüplerin, serumların altından çıkan bembeyaz tenini gördüm. Güneşe hiç ama hiç çıkmayan eski nesil insanın teni demek böyle oluyormuş. Bitecekmiş yakın zamanda, uzun sürmeyecekmiş. İşte boğazıma takılan bir bu var, bunun dışında şanslıyım ki bu kış güneşli, kabustan uzak.

Sunday, January 22, 2012

Manidar

I just want to know where
Where do we go from here
We both know that it



Saturday, January 21, 2012

Zaman yolculuğu

Herkes zamanda yolculuk yapmak ister. İstemeyene de inanmam. Ama işte herkesin sebebi başka, kimi hatalarını telafi etmek, kaybettiğini kaybetmemek, bir daha görmek için, kimileri ise o dönemi hissedebilmek için. G.G. ile güzel güzel Coachella, 2012 line-up vs diye konuşurken karşıma çıkan 1969 afişi karşısında hemen şu an ışınlanmak hatta geri de dönmemek istiyorum. Afişten gidersek, Kaliforniya zaten olur, 70ler gelmiş zaten, hava dediğin her daim ılık, beyaz işlemeli bluz ve şort ile geçiririm günlerimi, sonra da Z-Boys ile buluşur, kaykay macerasına bir kez daha girerim. Peki tamam, saçlarımı da uzattım.

- 1 : etta james


1938-2012

Soul'un, blues'un taçsız kraliçesi olmadı.Blues'un birçok kadın şarkıcı örneğindeki gibi mağdur ama şefkate muhtaç duranlardan değildi. Veya rahip babasının açtığı hıristiyan yolda yürüyenlerden de olmadı. Sevimli, ılımlı veya uyumlu ise hiç değildi. Aksine hırçın ve öfkeliydi. Sözlerine, davranışlarına hakim olmuyor, özellikle 1950lerin ayrımcı amerikan toplumda kabul görme arzusu taşıyan, uslu durması beklenen negro şarkıcılar gibi hareket etmiyordu. Zaten öyle güzel de değildi. Yani hırçın ve öfkeli halini süsleyecek güzellikte bir kalkanı da yoktu. Elbette mazereti vardı, elbette babasız ve sevgisiz geçen çocukluğu birçok davranışının mazeretiydi. Ne var ki belki de şarkı söylerkenki tutkusunun ise sebebiydi.

Adını sanını ve tabii herhalde '95-'96 yılında muhtemelen A'dam 'dan aldığım bir blues cdsinde duymuştum. Baby, what you want me to do. O gündür şarkının bende yarattığı, Etta James 'in bende hissettirdiği duygunun daimi hali. Chess Records'ı öğrenme sebebimdi. Geçtiğimiz yıllarda Cadillac Records filminde hatırlandı, artık büyük bir endüstriye dönüşmüş amerikan R&B, Soul, Blues dünyası tarafından kucaklandı ama yine de yeni nesil bol ödüllü bol paralı Beyoncé 'nin diva hareketleri sebebiyle sürtüşmeler oldu vs.

Dün gece ölmüş. Zaten çok hastaydı, bekleniyordu. Üzüntü dışında denecek az şey var. Ölüm işte. Keşke daha az hırçın olsaydı veya zamanla o hırçınlığını azaltabilseydi. Hafif olmak iyidir, kendine de başkalarına da. En büyük hayat derslerinden belki de.

Dream on # 2

full kennedy. hiç uyanmadan. full hd misali. gerçekten de full hd. bir de matematik olmasaydı...

Wednesday, January 18, 2012

Adalet? Nerede ki? Var mı ki?

Hani derler ya "kim kaybetmiş de biz bulmuşuz" diye. Kimse kaybetmemiş, biz de bulmamışız. Hak veya hakkaniyet diye de bir şey yok. En azından bizim yaşamlarımızda. İlahi olanı belki vardır ama yoksa da şaşırmam. Ha, evet birçok insanın yatacak yeri yok, doğru onu biliyoruz da insan görmek de istiyor. Geleceğe bakabilmek için. Ama gelecek de belli; sen ben bizim oğlandan oluşan bireysel çabalarımızın sonucu kurulan çoğunluktan korumalı hayatlar. Gerçekten de şu çoğunluk denilen şey ne kadar da korkunç bir şey.

Adalete, bizim mahalleye hemen hiç uğramayan adalete geri dönersek... Dünkü kararı alan adalet savaşçılarına, adaleti savunanlara, beş yıldır gösterdikleri insan üstü çaba ve çıkan sonuca tebrikler. Katiller yine ve yeniden, her zamanki gibi sokakta, aramızda. Değişen bir şey yokmuş demek ki. Bizler de bunu bir kez daha görmüş olduk.

" Yasin Hayal'e, "tasarlayarak öldürmeye azmettirme suçundan'' ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası veren mahkeme, Erhan Tuncel'i ise cinayet davasında beraat ettirdi."

Tuesday, January 17, 2012

Nihayet kar!

Ve nihayet kar. Sadece kar olsun, çamuru pisliği vıcık vıcıklığı olmasın ama güzel beyaz olsun, north face tadında olsun bence tamam.

Sunday, January 15, 2012

Never on sunday: Lefter

sabah f.a.'dan gelen "kalk hadi, sizin stattaki lefter için yapılacak törene gidelim" telefonu, yine f.a.'dan gelen 2. "çabuk oral da geliyormuş hatta bizi kabataş'tan alacak" telefonu, nihayetinde buluşma, oral&ipek ç. ile araba yolculuğu, köprüden geçerken lefter'in cenaze arabasını görmemiz, yanından geçen her arabanın saygısını göstermesi, lefter atkısı, f.a.'nın tarihinde ilk defa fener atkısı takması, elbette fener atkısını asıl galatasaray atkısı ile beraber takması, tören esnasında epey bir duygulanması, durup durup "ben çok severdim lefter'i" demesi, oral ç. ile beraber pek bir eğlenceli geçen tören, törenin asıl kahramanının lefter'in tabutunun başında izci selamı vererek duran muhtemelen çocukluk arkadaşı olan beyaz saçlı yaşlı amca, ali koç'un bir başka kennedy olduğu gerçeği, başbakanın yuhalandığı gerçeği, "tören bitti hadi ayrılalım" derken bir de pazar pazar büyükada'ya kiliseye gidiş, havanın soğukluğu, ada'nın ayrıca soğukluğu, lefter'in atkısının sıcaklığı ile beraber bostancı-taksim dolmuşu ile geri dönüş... ama g.g. ile fantastik bir cumartesi gecesi, beklenmeyen planlanmayan bir cumartesi gecesi, oysa her şey o kadar masum bir cumartesi günü olarak başlamıştı ki bir anda galatasaray maçı peşinden musa ocakbaşı (bir kez daha neden gitmediğimi hatırladım), elimden bırakmadığım kitaplarım; fantastik geçen kısa cuma günü, bitip giden her şey, j.a.'yı yatağa bağlayan yılın ilk gribal enfeksiyonu; ama asıl perşembe günü her şeyin bitmesi ve yeni şeylerin başlaması ve tüm bunlara afallayarak bakan özlem gürses çaresizliği ve özlem gürses yalakalığı...

p.s. peki lefter için yapılan bu özel törenin, lefter ve daha birçok gayrimüslimi varlık vergisi gibi insafsızca bir uygulamaya mahkum eden şükrü şaraçoğlu'nun ismini taşıyan stadyumda yapılmasının manasızlığı herhalde türkiye'ye özgü bir olay. veya yine that's life diye düşünülebilecek garip bir hadise.

Tuesday, January 10, 2012

Yeni yılın ilk paralel evren ziyareti


Ya ben artık bu paralel evren ziyaretlerinin sona erdiğini, yeni yıl yeni yaş ile beraber bu hadisenin sonlandığını düşünürken elbette ufak bir ziyaret oldu. Daha doğrusu olmuş da ben farkında değilim. Ya daha dün her şey şahaneydi, mükemmeldi, iki saniyede ne oldu? Hiçbir şey olmadan ne olmuş olabilir ki? Elbette paralel evren faktörü. Allah'tan bu durumları bilen E.K. var da, öyle pek sorgulamadan didiklemeden anlayabiliyor, açıklayabiliyor. Yoksa ölme eşeğim ölme, kime ne anlatacağım, ne diyeceğim?

Ama bitmeli , sıkıcı çünkü. Her şey eğlenceli bir haldeyken eğlenceli kalsın. Gerek yok gerginliğe, manasız ve telaffuzu edilmemiş ciddiyete.

Saturday, January 7, 2012

gece (çıkmadan önce)

elbette buluşulanlar lise sıra arkadaşı olunca yemek de haliyle mostly friendly yemek olacak ama ortaokul, lise, çocukluk arkadaşları iyidir, rahattır, sorunsuzdur. çoğunlukla da leştir yani şahanedir. bu akşam sadece ben ve b.i. olsa leş olurduk da e.g. edepli ve temiz bir insan; edeplice carpaccio ve peynir tabağını zarif bir şekilde yer kalkarız. ama ya sonra? işte asıl soru budur...

p.s. çıkmadan önce dalwhinnie içmek ne kadar da güzelmiş...highland dalwhinnie. yalnız çarpabiliyor. hem de tek. achtung baby!

Kar özlemi


Kar özlemi çekenlerdeniz. Yağmur değil, yağmur ıslaklığı ve onun şiirlere şarkılara dökülmüş manasız romantizmi değil. Kar. Bildiğin kar. NY özlemi ise zaten baki.

Friday, January 6, 2012

Sabah etiği (!)

Aslında bizim sınırlar içerisinde haberleri seyretmek, okumak çok iç karartıcı. Her gün her an bir şey oluyor ve insanın ya yüreği tükeniyor ya da içinden büyük bir şekilde şöyle okkalı bir küfür saydırmak istiyor. Ama işte hep bir ekşi tat hep bir karartı var.

Galatasaray'lı olmadığım için kendisine dair bir sempatim veya saygım olmadı hiç. F.A. eskiden yani kendisi daha genç bir topçu iken sever, "efendi çocuk, diğerleri gibi konuşamayanlardan değil" derdi, topçuluğunu da haliyle kendisi o takımlı olduğu için beğenirdi. Uzun zamandır yeşil sahalarda oynamıyor, bir süredir de milletvekili. Ve geçen günden beri de fedakar bir televizyon yorumcusu. Öyle demiş; "Genelde hafta sonları olacak. Seçim bölgeme uygun da genelde Cuma, Cumartesi, Pazar. Pazartesine sarkanlarda da fedakarlık yapıp, Ankara'dan git-gel yapacağım. Çünkü 23.00'e dayanan bir saatte başlıyor yorumlar. Burada fedakarlığı yapan taraf benim" diye. Ve bir de felsefede geçen şu meşhur etik algısının da yorumcusu. Zordur etik kavramı. En azından bana göre; Descartes'ı var, Kant'ı var, Sokrates'i,var. Bazıları ise üç basit soruya: "ne yapmak istiyorum? ne yapabilirim? ne yapmalıyım" indirgemiş. Gayet açıklayıcı. O yüzden de kendisinin dediği gibi etik kişiye göre değişmez.

Hayırlı olsun, sabah etiği olsun.

Thursday, January 5, 2012

Wish list

yeni yılın yeni oluşturulan wish list'ine ilk arzu nesnesi bu olsun. hem sweatshirt hem f.s.fitzgerald, hem de beni ayrı ayrı kendi ofislerinde kendi dünyalarında düşünüp aynı şeyi gönderen ve sabah sabah çok gülmeme sebebiyet veren bir şekilde gönderenler; yani kurt cobain b. ile isveçli . o kadar güldüm ki..."sen seversin kesin" diye aralarında yarım saat bile fark olmadan aynı sayfayı göndermeleri beni resmen benden aldı, "wish list'imi hemen oluşturayım, bu kadar güzel hissiyatı boşa çıkarmayayım" dedim. işte wish list'in ilk arzu nesnesi; aynı zamanda das ist fantastich! değil mi?

"It makes me sad because I've never seen such - such beautiful shirts before
"-
f.scott fitzgerald, the great gatsby, ch.5

Wednesday, January 4, 2012

Motto

napoléon- "le mensonge n'est bon a rien , puis qu'il ne trompe une seule fois".

yeni yılın pek havalı ilk mottosu hem de napoléon'dan ..


I'll rise üzerinden sabah kahvesi

günlerin beceriksiz düşman taktiğinin dün sohbet esnasında boşa çıkması, yalanların ortaya dökülmesi ve yine beceriksizce kotarılamaması, Parıltı'nın hiçbir şekilde parlayamaması, benim tepkime afallaması=kill them with kindness, "cığım"lı konuşmaların hitapların hiç bitmemesi, "does my confidence upset you" veya "does my happiness upset you", dümdüz durup gelecek iş planlamalarını gözlerinin içine double espresso'mu yudumlayarak yapmam ve sonuç I'll rise...
ama tabii yalan fantastik bir şey, dur durak bilmiyor bir kere başlanınca. misal;
#1
- senden korkuyorlar?
a.- pardon? milyon dolarlık şirketin ik'sı, yönetim kurulu üyeleri sadece bir elemanından mı korkuyormuş? anladım, bayağı iktidar sahibiymişim de ben farkında değilmişim. burası kimleri gönderdi kimlere milyon dolarlık tazminatlar ödedi, beni mi göndermekten korkacak?

vb

yalan söylemek o kadar yorucu bir şey ki bununla uğraşmak delilik olmalı. ama parıltı'yı hiç tanımayan hiç bilmeyen karşısına geçtiğinde ona inanır. ben hayatımda bu kadar başarılı oynayan birini görmedim. benim için çok güldüğüm bir sohbet oldu benim için. yazık onun için ise daha zor, daha afallatıcı. sonuç? dediğim gibi I'll rise !!! ama schadenfreude 'dir insanların felsefesi.





Monday, January 2, 2012

Dream on

yeni yılın ilk günün rüyası: cumhurbaşkanı ve kendisi ile yaptığım muhtelif telefon görüşmeleri.
anlaşılması gereken: fantastik günler beni bekler
sonuç: oh beybi!