Wednesday, August 31, 2011

Laciverte devam

bodrum sonrası, j.a. & f.a. sonrası, ceyar sonrası, kavga ve komiklikler sonrası, laciverte devam. sadece biraz daha güneyde, biraz daha başka bir adada, biraz daha başka bir dilde, biraz daha gennaro'nun memleketinde, biraz daha "diğer çete" ile beraber. heyecan içerisindeyim komik şekilde. en bombası ben dahi kendime inanamıyorum döndüğüm gecenin sabahının 6sında uçacağıma. büyüyorum herhalde, eskisi kadar üşenmiyorum filan. şayze.
be italian, boy!.

Friday, August 26, 2011

Laciverte yolcu kalmasın

yukardaki gibi bir mayo, yukardaki gibi olmayan bir popo, günlere yayılan bayram tatili, şeker bayramı, 10 milyon türkün bir şekilde muhtelif ulaşım araçları ile deplase olacak olması korkusu ile erken çıkış, bir ara geri dönüş ve bir başka adaya gidiş ile o halde denize...hep beraber demek isterdim ama yanıma almak istediklerim, ben sen ve bizim oğlan (bizim kız)...

Wednesday, August 24, 2011

Tuesday, August 23, 2011

Biraz kutlama, biraz p.s.

f.a.'nın doğumgünü, ufak çaplı kutlama (her ne kadar kendisi iddia ederek herkese 65 oldum dese de '47 doğumlu olarak 65. doğumgünü gelecek yıl, bu değil. ama nafile, kabul ettiremiyoruz ama büyük kutlama gelecek yıla), artık in cin top atan asmalımescit, bizim cavit, mutlu olduğumuz mekan, zaten ağustos ve ağustos boşluğu (gerçekten de ağustos ayını seven var mıdır ki), beyazlar içerisindeki j.a. ile siyahlar içerisindeki kızı anotherstar, yeni rakı'nın yenisi, rakı masasında artık by-pass sonrası şarap içen f.a. , "bayram bitsin de kızlarla yemeğe gidelim, safa'ya, yenikapı'ya" diyen f.a. ve doğumgünü kutlaması...

p.s. gerçekten de akvaryumdaki balıklara pet şişe ile vuran, onlara "beslenemiyordur" diye evden kek getirip veren, hz. muhammed'e nüfus kağıdı çıkaran, bilmediği tanımadığı kendisinden farklı olan her şeye tepki veren türk insanın o kadar sıkıldım ki...


Monday, August 22, 2011

Günün sorusu



Aslında günün değil de haftanın hatta yılların sorusu: "kim hangi defteri kaç sayfa doldurabilir?" Kopya çekmek aslında yok da yine de kopya çekmek serbest diyelim. Sebebi ise, ömürden giden yılların ayna karşısında Dorian Gray olarak geçmesi tamamen kişisel bir tercih. Hayatın nasıl yaşanacağı, kişinin kendisine dürüstlüğü ve kendisini ne kadar kandırdığı tamamen kişisel bir tercih çünkü ne de olsa zaferler, pişmanlıklar, hayaller, umutlar çerçevesinde gelişen hayatta bir gün bir şekilde insan kendi gerçeği ile karşılaşıyor, maske düşüyor. İşte o anda maskenin nasıl düştüğü değil, düşüşün ne kadar keskin olup olmadığı daha önemli. the picture of dorian gray .
*
"but beauty, real beauty, ends where an intellectual expression begins. intellect is in itself a mode of exaggeration, and destroys the harmony of any face." - oscar wilde, the picture of dorian gray

Saturday, August 20, 2011

Yaz cuması

... beklenmedik şekilde gelişen cuma gecesi, pek zarif başlayan esma sultanlı the marmara draje zarafetinde başlayan cuma derken, tuborg - glikoz şurubuna batırılmış efes yerine tuborg, bomonti tamamdır- , gümüşsuyu, s., bol bol konuşulanlar, dinlenilenler, seyredilenler, gösterilenler, 15 yaş çocuklukları, komiklikleri, durmayan telefonlar, durdurulan telefonlar, aramalar, gece saat 3 ve yaz cuması...

Friday, August 19, 2011

Hala yemek mi?


Somali'den gelen haberler, yayınlar, görüntüler derken hala yemek yiyebilenlerden miyiz? Ben galiba değilim. Artık charity, evlat edinme işleriyle iyice sıyırmış olan Angelina Jolie gibi "dünyada bu kadar savaş sefalet varken yemek yiyememe" hastalığından muzdarip olmasam da bazı şeyler boğazımdan geçmiyor bugünlerde. Tıkanıyor. İşin komiği hal bu kadar ciddiyken, bir kıta ölüyorken oraya gösteriş için gidenlerden de nedense ben utanıyorum. Nihat Doğan kim ki başbakanın heyeti ile Somali'ye gidiyor? Ama eminim çok güzel ağlar, spastik hareketlerinin yeni bir gösterisini orada yapar. Ajda desen zaten insan sevmeyip hayvanları, çocukları seviyor, Türkiye'nin Brigitte Bardot'su gibi yaşayıp gidiyor (ki allahtan şimdilik Front National gibi bir partiyi desteklediği görülmedi). Sertap Erener (ve müthiş insan ağabeyi ) ile zaten ilgilenmiyorum, samimi ise hiç bulmuyorum. Geride kalan, işadamları, milletvekilleri, onun oruç tutmaları ise filan zaten inandırıcı değil.
whatever...
Ben bugünlerde pek yemek yiyemiyorum. Boğazımda kalıyor. Yiyebilenlerinin ise bereketi artsın, yardım yaptığını söyleyip de bunu göstere göstere yapanlar ise benden uzak dursun.

Tuesday, August 16, 2011

Big Up: Suspicious Minds ve hiç ölmeyen Elvis

Bugün ölüm yıldönümü Elvis Presley 'in. Bok atanı çoktur, "pehh bu da müzik mi" diyeni daha çoktur. Peki, kabus olduğunu farz etsek de (ki değil), onun müziği olmasa bugün popüler müzik adına dinlenilenlerin hiçbiri olmazdı. Aynen Muddy Waters, Robert Johnson, Etta James, The Rolling Stones, Led Zeppelin, Chuck Berry, Little Richard, vs için geçerli olduğu gibi. Keith Richards otobiyografisi Life'da "bensiz müzik bugünkü haline gelemezdi" diyor. Haksız değil. Kral'sız da rock müziği, pop müzik bugüne gelemeyeceği gibi, Kral'ın da kendi müziğini Mississippi Deltası'nın gospel melodileri olmadan yaratamayacağı gibi.

Bu canlı kayıt albümünü almam, bir şekilde uzak diyarlardan edinmem lazım. Yıl 1970, yer Las Vegas ve Elvis Presley The King ise sahnede tek kelimeyle afallatıcı, orkestra zaten harika, şarkı ise ...Suspicious Minds... beni benden alan.


Etiler-Bebek hattındaki Sally White

1987 tarihli Woody Allen imzalı Radio Days filminin unutulmaz karakterlerindendir, Mia Farrow 'un canlandırdığı Sally White. Film zaten Woody Allen'nın 40'li yollardaki kendi çocukluğu üzerinden giden harika bir film olup, fantastik karakterlerden Sally White'ı unutmamak gerekir. Manhattan kulüplerinde sigara satan cigarette girl Sally White , Brooklyn'lidir, korkunç bir Noo Yawk aksanı olduğundan hayalini kurduğu o radyo yıldızlarından biri olamamaktadır (evet o zamanlar radyo var, televizyon yok haliyle). Ta ki bir kursa giderek aksanını o korkunç aksanı yokedip zarif bir Upper East Side hanımefendisi gibi gibi radyo şöhretlisi olana dek. Filmde kendisini kürkler, mücevherler ve çok şık şapkalar içerisinde mikrofonun arkasında Clark Gable'Vivien Leigh'li cemiyet haberlerin sunarken, eskiden davetlilere sigara sattığı lüks kulüplerde artık gümüş takımlı yemek masasında oturduğunu, genç cigarette girl 'lerce hayranlıkla seyredildiğini görürüz.
***
Bugün bir tanesi ile tanıştım. Etiler-Bebek hattı insanlarından, dergilere çıkanlardan. Hem de epey ciddi bir görüşme çerçevesinde. Oldukça şık (ama tarz değil. nasıl diyeyim, şıklığı marka giymek olarak algılayanlardan), epey skinny (yöresel genetik özelliklerinin tam tersine), parmağında oldukça parlak bir tek taş, kolunda Hermes bileklik ve tabii fondaki Birkin. 42'ymiş. 42 durmuyor orası kesin ancak müthiş genç de durmuyor. 38-39 evet ama daha genç değil. Belki de sebebi yüzündeki abartılı makyaj, şişirilmiş dudaklar olabilir. Sanıyorum daha dişinin geçeceği, ezebileceği, yeri geldiğinde Hermes çantanın yarattığı zarafet etkisini varoş (yeni zengin, eğitimli görgüsüz) çığlıklara bırabileceği birini istiyordu. Bir nebze olsun ona benzeyen, ona hayran, ulaşmak istediği kişi o olan, yer yer Hermes'in altından kendini belli eden şiveyi duymayacak biri. whatever. İşin komiği görüşmenin sonu epey fantastik, resmen arkası yarın tadındaydı. İçimizdeki, İstanbul'daki Sally White'lara o halde...


Yine mi çatal ?


Galiba. Yine. Neden bilmiyorum ama durmaksızın karşıma çıkıyor "les fourchettes c'est pour les gosses"...

Monday, August 15, 2011

Sabah keyfi diye düşünürken sabah notlarına dönüşmesi


yeni hafta, yeni bir pazartesi, espressodan yapılmış filtre kahvemi içerken son birkaç gündür aklıma takılanlar vs derken bazen hatta çoğunlukla yaşananların odak noktasınındakinin ben değil de aslında bir şekilde kendisi ve kendi hayatının dışavurumu olduğunu bir kez daha görmüş olmak matah bir başarı olmasa da kabul edilmesi gereken bir hayat gerçeği olması vs...yapacak pek bir şey yok, sen kendini ne kadar düzeltirsen düzelt karşındaki kendisine yönelmedikçe hiçbir bok değişmeyecektir çünkü bir kere adı çıkan her zaman öyle anılır. o yüzden yorulmanın alemi yok, sen kendinde beğenmediğini kendin için değiştir, geri kalana yapacak bir şey yok. çok konuşmanın da alemi yok, su akıyor işte yıllar geçiyor, ilerleyen ilerliyor ilerlemeyen "mış gibi mutlu gözüken dünyasında yaşıyor" -sanki buzullardaki fosiller gibi hiç değişmeden.

kendime not: çeneni tutmayı öğrenmeye başlamışsın. tut. tutmaya da devam et. ömür boyu.
kendime not (2) : atlas'a özenmeyi bırakmış olman iyi bir şey. tam olmuş değil ama eh işte fena değil, en azından geçmişe dair tüm yükleri boşaltmaya, atmaya başlamak da oldukça işe yarayan bir yol. hiç gerek yok geçmişin ağırlığını çekmeye.

Sunday, August 14, 2011

Aklımdaki

tarih: mart 2011
yer: l'office, paris

anotherstar- tu partages du fromage avec moi?
petrus- oui.
anotherstar- tu veux pas de fourchettes?
petrus- les fourchettes c'est pour les gosses. j'ai mes doigts pour le fromage.

ohhh beybi!

Friday, August 12, 2011

Cuma derken Saint Benoit derken işte eğlence

Bürokrasi bu hayatta her şeyin bittiği nokta herhalde. Alain Touraine 'e göre ise "c'est la buraucratie qui bloque le systeme" dediğine göre, Aziz Nesin " Yaşar ne yaşar ne yaşamaz"da abartılı da olsa bir bürokrasiden muzdarip Türkiye'yi anlatsa da herhalde en harikası insanın kendisinin yaşaması. YÖK benim kabusum şu günlerde. İlk yılını bitirdiğim yüksek lisans macerasında yurtdışında üniversite okuyan biri olarak denklik olayını ihmal etmiş olduğumdan şimdi patlıyor ufaktan. O yüzden de 1621 tarihinde kurulmuş, maitrise alabilmek için kıçımdan ter damladığı - en azından benim çalışma biçime göre- , W. Goethe, L. Pasteur, Arsene Wenger gibi mezunlara sahip üniversitemin her tarafta sorunsuz kabul gören diplomasını yüce türk eğitim kurumlarına ciddi ve gerçek olduğunu kanıtlamalıyım. Saçma sapan evrakları tedarik etmek gibi, eski (hatta eski ötesi) pasaportumdaki giriş çıkışların olduğu sayfaların fotokopilerini çekmek, lise (!) diploması ile not dökümlerini almak gibi daha nice saçmalık... bir şekilde evde kaybolmuş lise diploması, saint benoit öğrenci işleri, "sen gel buraya yavrum hatırladım şimdi seni, çıkartalım dosyanı", artık bilgisayara geçmiş kayıtlardan çıkan dosyam, "geçer" seviyedeki mezuniyetim hatta o yıl disipline gitmediğim için herkese verilen disiplin kredisi ile yaz okuluna kalmadan mezun olabilmem, okulun bahçesi, kantin vs derken sıra arkadaşım b.i. 'yı aramam ve:

anotherstar- nerdeyim tahmin et?
b.i.- plaj?
anotherstar- hahaa! hayır, sb.
b.i.- manyak mısın, napıyorsun orada?
anotherstar- kabus. boşver. bomba; silva'yı gördüm, sarıldık öpüştük
b.i.- delirdin herhalde. anlatsaydın hocana derste tekila içtiğimizi seninle.
anotherstar- aa unutmuşum, şok, şimdi hatırladım. ıyyk. bayağı gerzek ve leşmişiz.
b.i.- puaah. galiba. ama olsun işte yapmışız geçmiş gitmiş.


gerçekten de unutmuşum. ortaokul lisede yaptığım bir sürü gerzekliği unuttuğum gibi. herhalde ne kadar çılgın olduğumuzu göstermek istemişiz. bravo. derste içmek ne ya, hem de tekila. genç olmak bu kadar salak bir şey olabiliyormuş meğer. ama çok güldüm. cuma eğlencesidir benim için, pek glamour olmasa da. ha bütün bu leşliklerden sonra ciddi ciddi maitrise de sociologie, tez, yüksek lisans filan demem bazen beni bile güldürüyor.

Hazır olmamak


Gerçekten de hiçbir şekilde hazır değilim. Hiç öyle sıcak havada, terden bayılmış vaziyette, tepemde 45 derece güneşin altında yaşamaya meraklı olmasam da bahar ve yaz duygusunu, hisssini, mavi gökyüzünü, sabah kalktığımda erkenden camı açabilmeyi, tiril tiril giyinmeyi, fazla ağır hissetmemeyi seviyorum. Hatta hiç gitmesin hep bahar mevsimi yaşayalım istiyorum. Gençliğin gözyaşları dönemlerinde toylukla bayılıyordum Kafka'nın Şatosu'nda yaşamaya. Ama işte insanlar bir şekilde farklılaşıyor, gelişiyor ve hiçbir şey aynı kalmıyor. Hep bahar olsun hatta ben Los Angeles 'e gideyim. O yüzden dünden sonra neredeyse önceki gün ile arasında 10 derecelik bir ısı farkı olması beni korkuttu ve hiç hazır olmadığımı hissettirdi. Tamam, boynuma fular alayım, ince bir ceket giyip çıkayım, sabah kahvemi içerken hafifçe esen meltemi hissedeyim ama eteklerim uçuşmaya devam etsin, çorap giymeyeyim, kalın ayakkabıları hiç çıkartmayayım, hele hele sabah kalktığımda siyah bir gökyüzüne kalkmayayım. Çünkü hiç hazır değilim yazın bitmesine. Hele hele ruhumun yazının bitmesine ise asla...

Thursday, August 11, 2011

Motto # 5



P.S. # 7

şu sınırlar içerisinde arda turan ve kulakları tırmalayan bir sese sahip yeteneksiz dizi oyuncusu sevgilisinden sıkılan bir ben miyim bilmiyorum. yazılıp çizilenlere göre epey genç yaşına rağmen kime özenip de bahsederken sürekli "biz" diye konuşan, epey şımarık (ki normal bir şey bu, neticede genç yaşta gelen para şöhret) hareketler sergileyen arda turan'nın atletico madrid transferi sonrası ispanya'da beraber yaşayacaklarmış. hallelujah!!! gerçekten şükürler olsun!!! uzunca bir süre dönmeyeceklerinden umuyorum-hayır, türklüğün gücünü dünya aleme göstereceği için değil- sadece bu antipatik duo'dan gözden uzak gönülden uzak olmayı diliyorum. açıkcası madrid'e, ispanya'ya adapte olacağını düşünüyorum. yani neticede genç bir insan, dil öğrenebilir, oradaki yaşama, kültüre uyum sağlayabilir ve illa hakan şükür, rüştü gibi ağlayarak geri dönmekstense hagi 'den sonra sevdiğim yegane galatasaraylı olan tugay kerimoğlu gibi yıllarını geçirdiği iskoçya'dan neredeyse bir efsane olarak ayrılabilir. tabii tugay'ın bu efsane olma sürecinde karısı etkin kerimoğlu'nun ayrı bir etkisi, farklılığı olduğu ve de reklamlardaki irite edici ses "beeen sinem kobaaal"in, etkin kerimoğlu çapında olmadığı düşünülürse tahminim kendisinin geleceği madrid'de w.a.g olmaktır.
whatever...
yeter ki uzakta olsunlar...

p.s. yine çok sıkıcı bir başka insan çağla kubat'tan da bahsedecektim ama arda ve "beeen sinemm kobaaall" yeterli "sıkıcılık" dozunu verdiği için, kendisini bir başka sefere saklıyorum

motto # 4



...that's the closest I get nowadays to visiting the dealer- the old candies sweet shop. I drove over there at 8:30 one morning not long ago with my mate alan clayton, singer of dirty strangers. we'd been up all night and we'd got sugar craving. we had to wait outside for half an hour until it opened. we bought candt twirls and bull's-eyes and licorice&blackcurrant. we weren't going to lower ourselves and score at the supermarket, were we?

keith richards, "life", 23, 2010

keith richards is he cool or what ?

Wednesday, August 10, 2011

Gece müziği

Serin sayılabilecek bir ağustos akşamı içindir (sanıyorum yaz geceleri karşı'dan dolmuşla cadde'den geçerek eve geri dönmeyi seviyorum). Film 1956 tarihli, Low Light and Blue Smoke isimli. Big Bill Broozy ve When did you leave heaven. İlk kayıt yılı ise 1946. Peki ya kristal viski bardakları nasıl? Tek kelimeyle mükemmel. Işıklar kapatılsın lütfen ve when did you leave heaven?

Tuesday, August 9, 2011

London's burning # 2

Elbette The Clash, elbette Joe Strummer... Yıl 1977.




London's burning !


Ağustos 2011 Tottenham. Futbol takımı olanı değil de hani Londra'nın kuzeyindeki belalı semt manşetlerdeki, haberlerdeki. Farklı etnik kökenlerden gelip yerleşmiş göçmenlerin semti olan Tottenham. Shoreditch, Brick Lane bize çok güzeldi, oturup içmiştik, keyifli vakit geçirmiştik. Ama Tottenham biraz daha gerçek sanki, gentrification pek semtine uğramamış, asil ingilizlerin yumuşamış politikaları daha henüz semtte yontulmamış, Demir Leydi, yatacak yeri olmayan Margaret Tchatcher dönemi kaba kuvvet sindirme yöntemlerini güzelce devam ettiriyor. Arkası gelecektir, gelir de. Eğer devrim, 3. Dünya geliyor ve biz de bunu görüyorsak, eh Tottenham da medeniyetin merkezinde 3. Dünya'dır zaten.

yine de ne olursa olsun bizim polisle şöyle bir yakınlığa gelip kafamızın patlatılmaması, bize öldüresiye dokunmaması için epey uzun yıllar geçmesi gerekecek. biz zaten görmeyiz de belki yeni nesiller.

Sunday, August 7, 2011

Never on sunday : Vogue üzerinden kişisel tarih

Dergi hadisesini sevsem de müthiş bir dergi okuyucusu değilim. Kuaförde kafamda boya ile dururken sıkıntıdan patlarken türk dergiciliğinin müthiş örnekleri Alem vs'yi geçiyorum ama aylık yok Monocle, yok Wallpaper, yok Le Monde Diplomatique alanlardan filan hiç değilim. Kapanana kadar Roll'u her ay alırdım, Vogue UK ile beraber. Roll çoktan kapandı gitti geriye Vogue (o da sadece ingiliz olanı; diğerleri bir yerden sonra ilgimi çekmiyor). Roll 'un tarihi-benim nezdimde- çok daha eski olsa da Vogue 'unki 2001 yılına dayanıyor. Hem de tam olarak 2001 yılına. Kesin tarih olarak biliyorum çünkü o günden beri biriktirmeye başlamışım, aralarda duraklasam da. Boya badana neticesinde her şeyi baştan yeniden yerleştirince dizgisini de değiştirdim ve geniş olarak yıllara yayılan Vogue UK sayfalarında kendi tarihimi hatırladım.



ilk sayı mart 2001, catherine zeta-jones kapak (mart ayında durup dururken neden istanbul'a geldiğim hakkında hiç fikrim yok ama muhtemelen paskalya tatilinde kaçtım diye tahmin ediyorum), akyol sokak'taki evde komünal hayat, r., i.k. & rey, strasbourg'a geri dönüş, 2000 sonrası, dj tezi sonrası, roxy sonrası, strasbourg'daki son yılım, nihayet 4. sınıf= "maitrise" hayatta en mutlu olduğum yıllardan biri, 1, rue de zurich'teki 47 metrekarelik muhtemeşem evim, keyifli günlerim, enfin maitrise de sociologie diploması, vogue'daki ferragamo ve furla reklamlarının güzelliği, sayfalardaki kısa saçlı kate moss ve liberty ross çekiciliği a.y., a., laetitia, alessandro, virginie, geraldine; 2002 kasım aralık dönüş, şaşkınlık, adaptasyon, tanış, birliktelik (belki iki yıl evet ama dört asla olmamalı), iyi insan seven insan güzel insan ama aynı yerde, aynı dünyada olmayan olan insan, efsane, başlayan profesyonel hayat, güzel ve keyifli başlayan ama bir o kadar kabus biten cumbalı dairedeki müzik şirketi, ruh hastası, kendine güvensiz, her gün aynı yerde aynı yemeği yiyen asla kendini gösteremeyecek bir insan olan n. ve kendisini ne kadar çok sevsem de kardeşini bir o kadar sevmeyeceğim s., her şeye rağmen iş hayatının ne kadar pislik olabileceğini göstermiş, birebir yaşatmış olan n., bitiş, ayrılık, ufak çaplı bunalım;
2006 yazı, r.'nin bodrum'daki düğünü, bunalımlı ruh halim, kısa saçlarım (bunalımdan değil), sp sonrası yeni yeni birbirine alışmaya başlayan fantastik 4'lü, kate moss'lu iğrenç ama çok christian dior çanta reklamları, değişen gençleşen burberry tarzı;
2007 başı ve büyük kopuş, geç kalınmış kopuş, kısa süreli üzüntü ama bitmesinin dayanılmaz mutluluğu, f
ool me once shame on you fool me twice shame on me, bunalımdan çıkış, ilişkinin ağırlığından sıyrılış, başlayan yılın herkes için garip olması, yeni ilişki, garip ilişki, kısa ömürlü yoğun ilişki, alexander mcqueen'li samsonite reklamı, her daim kool marka aquascutum'un reklamları, yıllık a. ailesi yolculuğu ve st petersburg-moskova-beyaz geceli haziran ayı, beklenmedik ve başka bir iş hayatı, kolay ve üstün zeka gerektirmeyen iş hayatı, dönemsel bir iş hayatı, yoğun ve keyifli başlayan iş hayatı;
2008 ve hala keyifli, yoğun mutlu giden iş, asaleti olmayan amerika'nın kendine yarattığı asilzade markası ralph lauren'nin asil görünümlü tasarımları ile tom ford 'un gey hayal dünyasında yarattığı ama normal ölçülere sahip bir kadının içine girmesinin mümkün olamayacağı kıyafetlerin sonucunda gucci 'nin giyilebilir günlerinin vogue'daki sayfaları, eski kaybettiği şöhretli günlerini facelift sayesinde geri getirmiş ama mumyalanmış gibi bakan linda evangelista 'lı prada reklamı vs küt kesilmiş siyah saçlı (peruk) claudia schiffer'li chanel reklamı -chanel beats-, hala küt saçlarım, reklamlardaki küt saç hakimiyeti, géraldine & nico düğün- strasbourg-, isveçli ve b. - cunda, londra- ve yıllık a. seyahati : barcelona;
2009 ile gelen ufak tefek eğlenceli rahatsız etmeyen değişiklikler, madonna 'nın damarlı ellerinin fotoşop ile silindiği louis vuitton reklamı, yıllık a. seyahatı:londra,
19 mayıs fantastik bodrum tatili- sabah 8:30, komünal yaşamda büyük değişimler, zor adaptasyon halleri ve deli gibi eğlenilen yaz mevsimi, bol bol gidilen sabahattin, katerina & konstantinos düğün- atina, sevimsizce değişen iş hareketlerinin, insanların, politikalarının ilk ibarelerin 2010 'da başlaması, aslında farkına varmadan zor geçen bir yıl olan 2010, şehvetli bir sicilyalı madonna'lı dolce & gabbana reklamı ve yine material girl 'in mumya yüzü, uzun saç hakimiyeti, uzun kızıl saçlarım, uzun kızıl saçlı güzel yaşlanan julianne moore ve bulgari reklamı, cougar halim, atletico ve tarık, rollerin değişmesi, tesadüfi olarak ales ve yüksek lisans macerası, yıllık a. seyahati: roma, vogue sayfalarında anja rubik 'in yükselişi, manasız agyness deyn'ın gitgide silinişi, ağustosta yazın en sıcak gününde evlenen e.k. ve f., üzerine yine dora & alex düğün-sumahan ve fransız çetenin istanbul'a gelmesi, virginie & géraldine & roberto & nico ile geçen mutlu sıcak günler, kavuşmanın mutluluğu ile eylülde yine fransız çetesi ile brüksel , flaman tasarımcıların muhteşemliği ve her şeye rağmen farkettirmeden çöken 2010 yılı, bitmeye yaklaştıça mutlu eden 2010 yılından sonra nihayet 2011, mutlu başlayan, soğuk geçmeyen, martta paris'te fransız çete ve philippe a.k.a. petrus ile başka bir dünyaya gitsem de nisanda üzerime kutu gibi kapanan dış dünyanın mayıs ve haziran ile açılması, kendime gelmem, kalkışın yaklaşması, değişim arzusu, iş hayatında sıkan gömleğin artık düğmelerinin yavaş yavaş atıyor olması, sukunetle ilerlemem, keyfimin yerleşmesi, heyecanla olacakları bekleyen halim, alexander wang, gisele'in garip bir peruklu hali ile çıktığı çirkin balenciaga reklamı, garip kızıl saçlı mulberry kızları ve yine bir doğumgünüm öncesi kestirdiğim saçlarım, bayıldığım marilyn monroe şekilli saçlarım, yıllık a. seyahatinin henüz yapılamaması, yakında zamanda çetenin bir kısmı ile buluşmayı beklerken boya badana, değişen yatak odası, perdeler, bugün artık yayınlanmayan roll ve tribün ile sakladığım yegane dergi olan vogue üzerinden kısa bir kişisel tarih. hallelujah ve never on sunday


Saturday, August 6, 2011

1+1 = 2


temel aynı olmalı, farklı bünyeler temel değerlere aynı tepkileri vermeli, benzer şeylerden bahsedilip aynı yöne gidilmeli. to whom it may concern .

p.s. en boktanı ise kendini kandırıp, sanki aynıymış gibi yaşamak. rüyadan uyanınca geri dönüş çok zor oluyor veya hiç olmuyor, gangrenli yaşam devam ediyor. o zaman da 1+ 1= 2 yerine koca bir SIFIR oluyor. congrats bebişim.

Friday, August 5, 2011

Cuma eğlencesi # 4

Blog için 2006 sonu 2007 başları dersek, cuma eğlencesi de herhalde 2007 sonlarında başlamış olsa herhalde en yoğun cuma eğlencesi '07-'08 aralığındadır. Sonraları bir kesildi, sıkıldım, beautiful people beautiful gelmemeye başladı, yazmaya üşendim vs. Bu yıl ağustos ayında olmamız itibariyle 2011 yılı boyunca dört kez yazmışım, kıyafetlere, kıyafetleri giyenlere, giyemeyenlere sallamışım. Aslında bazen çok istesem de yazmak üşeniyorum, sonra günler geçiyor vs. Bugün fena değil. Her şey bir şekilde yolunda, bir şekilde güzelce akıyor. O halde neden ona buna sallamayıp, oklarımı fırlatmayayım (hoş, hiçbir zaman hürriyet'te iyice sivrileşen, acı tat bırakan melis alphan kadar olamam ama, işte kendi çapımda bir şeyler denerim)?

Beyaz vs siyah, kızıl vs siyah, pembe, kırmızı vs kırmızı. Aşağıdaki fotoğrafın tonları. Soldakinin kim olduğunu çıkaramasam da sağdaki Black Swan'daki kız. Elbette beyaz tenli ve kızıl saçlı olan benim güzellik anlayışıma daha çok uysa da giydiği o pembe eteğin sarkmış dev anası memesi gibi sallanan kocaman kurdelelerini hiç anlabilmiş değilim. Ya nedir o? Cidden masallardaki (ki çocukken okuduğumda beni çok korkutan bir dev anası vardı bir masal kitabında) o yaşlı kötü kalpli dev analarının sarkmış büzüşmüş memelerine benzemiyor mu? Kabus. Öbürü ise elbise güzel de o renk ne onun tenine gitmiş, ne de o Tansu Çiller'in Escada etek boylu elbisesi skinny vücudunun güzelliğini göstermiş. Hah işte gel haftalar sonra hevesle yaz, ortaya çıkanlar, Vogue US'da dönüp dolaşanlar bunlar olsun; mükemmel ya.

Genç nesil beni çıldırtacak! Hayır, giyinmek bu kadar mı zor anlamıyorum ki. Hele hele bu beautiful people olanları. Her şey var ama zevk yok, tarz yok. Ayrıca Lisa Bonet ne kadar güzelse Lenny Kravitz'den olma kızı Zoe, bir o kadar babasına benziyor. Hani tamam Lenny Kravitz çekici, seksi bir adam da, adam yani. Kızının bu kadar kendisine benzemesi genetiğin bir oyunu işte, yapacak bir şey yok. Elbette insanlar doğuştan gelenleri değiştemez ama bir şeyler öğrenilebilir, güzelleştirilebilir. Elbise ne, çanta ne, o takılar filan nedir? Hem de gençliğin 'lerinden birisi yolundaymış kendisi. Peki, oldu. Onun yerine it-girlgençliğin gözyaşları desek?
Hah işte bir başka gençliğin gözyaşları örneklerinden...İnsanın kendisiyle barışıklığı harikulade bir şey. Mesela geçen gün Adidas'tan kendime şu kısa atlet şortlarından aldım-denemeden- ve evde içine giremediğimi fark ettim. 38 beden. Haliyle sarsılan özgüvenimle beraber bunalıma filan giriyordum ki şorta bir baktım resmen iki elim kadar. Yani yetişkin ve normal bir bedende olan birisinin- yani anoreksik ve androjin vücutlu olmayan- o şortun içine girmesi mümkün değil ama işte bedense beden o da 38. Şimdi ben böyle normal bedende vücutta olup her kıyafetin içine girmekte zorlanırken sağdaki hanımefendi nasıl oluyor da o siyah tayt ultra mini elbiseye girmiş merak etmekle beraber asıl neden böyle bir kıyafet giydiğini, giydiği bu kıyafetle davetlere katıldığını merak ediyorum (selülitleri zaten geçiyorum da). Şişman vs zayıf meselesi değil ki bu? Çok daha güzel bir kıyafetle çok da güzel gözükebilirdi. Şimdi ortaya çıkan ise böyle bir şey. bravo.


Güzel kız, incecik manken de giyinmeyi bilmiyor işte. Coco Rocha. Aslında kızılken daha çok beğeniyorum ama işte giyinemiyor. İşte, bu ultra skinny bir insan. Ee sonucun kötü kılık kıyafet söz konusu olunca diğerinden farkı yok ki...


Ankara'nın Ted'in, Odtü'nun gururu Ece Sükan. İstanbul'da bir ankaralı olarak yırttı, Vogue 'a da girdi ki Vogue 'a girince rahatladı herhalde. Ama takdir de etmek lazım, cidden, dalga geçmiyorum, bir amacı vardı ona ulaştı, o halde gerisi boş. Beğenenlerinden, takipçilerinden değilim ama dediğim gibi amaca yönelik çalışmasını takdir ediyorum. Anlaşılan artık sadece ikinci el giymeyi bırakmış, kaşları da aldırmış, o sandaletler hiç mi hiç olmamış. Bir de kendisinin en olmayan yeri saçları. Bir sorun var saçlarda. Ne yapsa olmuyor. Bir ara kızıl denemişti ama o renk zaten hiç olmuyor da şekilde de cinsinde de bir sorun var, Houston. Ama Vogue US sayfalarına düşmüş, koymamazlık etmedim.
Anlamadım, anlamadığım gibi anlamak da istemedim. Ben ki siyah çorap siyah tayt severim de buradaki olayı anlamadım. Ayakkabıları ise zaten geçtim.

Off işte sıkıcı Diane Kruger. Herhalde bu prenses edaları 1000 kere "eğer ben prensesim dersem sonunda prenses olacağım" diye düşündüğünden oluyor. Gerçekten sarışın ve mavi gözlü olmanın asla silemeyeceği bir etkisi var ki bu kız bu sıradan haliyle bu kadar ikon oldu. Oysa o kadar sıradan o kadar sıkıcı ki Miu Miu kıyafeti bile silemiyor bu sıradanlığı.

Gossip Girl 'de Manhattan Upper East Side'ın paranın her şeyi alabildiği yozlaşmış anlayışına fakir ama gururlu ailenin babasını başarıyla canlandıran aktör. Moda aslında boş da tarz, duruş belki de her şeyi ifade ediyor. Modayı takip edeceğim diye parasıyla üzerinde damgalı, markalı, en son trend olan her şeyi satın alıp sonunda ortaya maymun gibi çıkanlar olduğu gibi, o kadar para harcamadan sadece kendine has tarzı, duruşu ile milyon dolarlık duranlar da var. Asıl o duruş adamı vezir de ediyor, rezil de. Gossip Girl 'deki aktör de belki rezil olmamış da vezir ise hiç olmamış. En kötüsü sıradan ve görünmez olmuş. Herhalde içlerinde en kötüsü de görünmez olmaktır.


Nihayetinde güzel bir insan ile bitirebileceğim. Belki kusursuz güzel değil, belki mükemmel sarı bukleli saçları ile mavi gözleri Meryem Ana masumiyeti yaratmıyor ama Elisa Sedanoui yamuk gülümsemesi, kendi özgün tarzı ile tamamdır, haftanın en güzeli, hoşudur. Basit sıradan ipek saten askılı uzun bir elbise, açık saçlar, belki 1-2 yüzük filan, c'est tout, c'est top. I heart her deyip bitiririm.


Sabah kahvesi ve +

Sanıyorum evle ilgili her şey yoluna girdi, doğru düzgün olmaya başladı. Aksini söylesem yalan olur, hele hele bazı anlarda beceriksizleşen halime J.A.'nın çabalarını görmezden gelsem iyice yalan olur. O yüzden hiç gerek yok. Gerçekten de yüreğimde ferahlığa doğru olabileceği en geniş şekilde hem de görüntüde değil de derinlerde bir yerdeki kapı açıldı. Önceki postları okuyan Tribün Çocuğu "sendeki bu atma, temizleme, hafiflik halini seviyorum" dedi; doğru olabilir. Sevmiyorum süren marazlı haller veya bu hallerden memnun olmayı.

whatever
...

Sabah kahvesi, yoğun espressodan yapılan filtre kahve kadar güzel bir şey olamaz herhalde. Nescafé, Starbucks gibi kahveleri mümkünse geçelim, kahveye şeker koymayalım, porselen fincanda içelim, dudaklarımızın kenarında kahvenin tadı kalsın.

Espresso, Intelligentsia from The D4D on Vimeo.

Wednesday, August 3, 2011

Her şey neredeyse aynı (değil)

Nihayet bitti. Aslında ustaların söz verdikleri gibi pazar günü tamamıyla bitti boya badana ama işte eve girmem evde uyuyabilmem pazartesi akşamını buldu, hala bir sürü şey yerlerde gibi ama bir şekilde yolunda. hallelujah!

bir şekilde her şey çok profesyonel ve kısa sürede yapılsa da bana yüzyıllar gibi gelen evden uzak günler, iki sokak bir rampa ilerisinde yaşayan a. ailesi'ne yerleşmem, kirada olup hem pimapen taktıran bunun parasını ev sahibinden al(a)mayan insan az vardır, o da benimdir herhalde ama karşındaki hayvan olunca sen de ancak onun dilinde konuşabiliyorsun (ki neymiş o; giderken intikamı soğuk yemek gibi), her gün istisnasız her şeyin altına aynı birkenstock'u giymem, eski sevgilim b.'nin doğumgünü için cumartesi gecesi yine elbise altına aynı birkenstock'u giymem, evin iç mimar talimatlarıyla boyanması, yine her şey beyaz olsun hafif olsun temiz olsun derken bir yerdeki mavi, yeni tasarımlar, hem de çizilen tasarımlar, arka tarafın sevdiğim şekilde toparlanması, yine arka tarafta yayılarak yaşayacağım yatak odası günlerine geri dönecek olmam, en mutlu eden şey müziği arkada halletmem, yamaha crx 040-turuncu-, turuncunun nedense mutlu edici halinin lacivertin bile önüne geçmesi, yarın gelecek ve kendimden hiç beklemediğim perde tasarımları, aslında içeriği tam benlik "marin" iken mekanızma oluşunun beni şaşırtması, son hallerin yarın bitmesi, akşam belki isveçli' nin gelecek oluşu, iş yerinde taşınıyor olmamız ve bir an önce kendimin oradan değil taşınmak, tamamıyla kopmak isteyişim, boya badana sırasında teferruat olan her şeyi çöpe yollayışım, "kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüşler" tadında isteyerek, bilerek, bilinçlice gereksiz tüm ağırlıklardan kurtulmak için efsane ve diğer eski sevgililerin tüm hediyelerini gereksiz yere duran tüm manasız objeleri büyük siyah torbalara koyup aşağıya üzerimde anında hissettiğim hafiflikle indirmem ve tamamdır, işlem büyük ölçüde tamamlandı, her şey neredeyse aynı gibi ama büyük farklılıklarla yine yüzümde tebessümle elimde kahve ile bakıyorum. evet önce lütfen kahve alayım.

p.s. yani gerçekten de boya
badana işi bilen doğru düzgün insanlarla yapıldığında söylendiği gibi 5 günde bitebiliyormuş. hem de eşyalı evde. talihsiz bir şekilde sadece salon ve yatak odasını 2006 yazında efsane'nin müthiş girişimleri neticesinde onun adamlarına boyatma gafletinde bulunup 10 gün sürünmüştüm. sadece 2 odayı boyayamışken, bu adamlar tüm evi 5 günde halletti. hem de incik cıncık üzerindeyken. alınacak derslere biri daha, fool me once shame on you fool me twice shame on me...hem de büyük harflerle...